28 Kasım 2013 Perşembe

(seyir defteri'nden)

son derece tatsız, tatsızlığından lavaboya dökülesi bir bardak çay gibiyim. ziyan olasım atık sulara karışasım var.

hal böyle iken bana güzel gelen her şey, güzellik manasından sıyrılıp anlamsızlık boşluğuna düşmekte... o öylesine derin bir boşluk ki diğer ucu başka zamanlara başka boyutlara kadar uzuyor... yani güzellik paralel evrenlerde hala güzellik olarak başkalarına kalacak... ama bozulması kolay olduğundan umursamıyorum.

zihnimdeki çöle yağumur yağdı... o yağmurun varlığından habersiz (son yağmurdan sonra oluşmuş) hücrelerim korkuya kapıldılar. son derece kuru olan beynimin zemini çamurlandı, pislendi. kimse hakkında iyi bir şey düşünemeyeceğim bir süre.

çölün ortasında tek başına 30 yıldır duran, kuru ağacın dalına bir karga konmuş. beni beklediğini hissediyorum. ona doğru gitmek istemediğimi anlyor. ama orada bekleyecek. ağaç o kadar kuru ki bu son yağmur en ufak bir yaşam bahşetmedi ona. dalındaki karga sanki yaşam gücünü çalıyor. karganın bir gözü daha büyük. bana hep küçük olanıyla bakıyor... bende onu küçük görüyorum zaten.

ağzımı açıp bir iki damla yakalamaya çalışıyorum. saniyenin onda biri bir keyf geliyor çamur tadıyla birlikte. karganın sesi damlayı havada yok ediyor. koşarak ağacın yanına gidiyorum. son sigaramı ağacın gövdesine bastırıyorum. kısa bir çığlıkla birlikte tutuşuyor ağaç.
"evet" diyor karga. "yeni bir çağ başlayacak."
"beni sinir ediyorsun." diyorum.
"yeni bir çağ..."
"başlamayacak. herşey aynı kalması için bazı şeyler yokedilmeli."
"ağaç buna dahil değildi..."
"rengini kaybeden her şey yokolmaya mahkumdur" diyorum. "hem bu ağaç o ağaç değil."
"bir şeyin zamanda çok fazla yansıması vardır." diyor sonra gidiyor.
bir alaca tüy düşüyor yere. küllerin arasına. alıp onu oraya dikiyorum. kül yığınının üzerinde bir alaca tüy...

beynimeki çöle yağan ilk yağmurun resmi çamur ve kül ile son buluyor.

son derece tatsız... // pf.

27 Kasım 2013 Çarşamba

(seyir defterinden)

durdum... arkamı dönüp yolu uzun uzun izledim. bu zamana kadar takip ettiğim yol... geride, hatıratımın tozlu ufuk çizgisiyle, birleşen hatırlamadığım zamana kadar geri giden yola baktım.
çok uzun zaman geçmiş yürümeye başlayalı... pişmanlık duygusuna yer bırakılmadan özenle tüketilmiş, ağır yürünmüş... benimle beraber yürüyenlerin ayak izlerini hala üzerinde taşıyan tozlu yol...

durdum... dört beş adım geri gittim. yerdeki ayak izlerine baktım. bütün insanlıklarıyla oradaydılar... binlerce ayak izi... sahiplerinin özelliklerini yansıtan ayakkabılarla beynime basılmış gibi net aklıma kazınmış insancıklar...

bir rüzgar beni oradan alıp beş adım ileri bıraktı. yoluma kaldığım yerden devam etmem gerektiğini fısıldadı. ayak izlerinin üzerini kumlarla örttü. beynimdeki ayak izlerinin her biri ezilmiş bir süngerin tekrar eski haline dönmesi gibi iyileşti...

gözümü sonsuzluğa diktim... göz kapaklarımı ince bir iğne işçiliğiyle kapattım... tanıdığım bütün kokuları aklımdan sildim. karşıma çıkan ilk canlıyı ciddi şekilde yaralayıp bir adım daha atıyorum şimdi. ellerim kandan yapış yapış.

katettiğim yol uzadıkça dünyadaki zamanım kısalıyor. artık hiçbir şey yetmiyor. ulaşabileceğim her yere geç kalıyorum. içimde dinmek bilmeyen bir yürüme isteği yürüyorum... 



gözümü diktim... aklımın pamuk iplikleriyle... 

23 Kasım 2013 Cumartesi

(seyir defterinden.)

ağaç şu sıralar aynı ağaç...
sonradan bir renklendi ki sormayın.

gün ışığı zor ulaşıyor mağarama. içerisi sabit 22 derece. her daim kısa kolluyum. bir yerlere yetişemememin sebebi bu olsa gerek.

ne kadar koşarsam o kadar yavaşladığım bir andayım. çok yavaş hareket edip üçyüzyıl yaşaşadıktan sonra bu andan kurtulabileceğimi düşünüyorum. ama omzumdaki karga bütün bunların bir yanılsama olduğunu söylüyor.
diyorki: yanılsama bunlar.
diyorum ki: az önce ben söyledim. tekrarlamana gerek yok.
diyor ki: tekrar bazen iyidir. daha az untursun.
diyorum ki: hatırlamak isteyen kim?

Zaman normal seyrine ve ağaç dört farklı yeşile büründükten sonra karga uçuyor. alaca bir tüy bırakıyor giderken. 


alıp zamanı gıdıklıyorum.

artık sadece ağaç var... yeşil... yalnız... çevresi o ağacın orada olduğundan habersiz çimenlerle dolu...

21 Kasım 2013 Perşembe

(seyir defterinden)

kasım 2055
 

parktaki teyzeler güngeçtikçe bilinç geliştiriyorlar. dün yağmur başladığında daha önce orda olmayan şemsiyeler bir anda açıldı. bir süre sonra yağmur hızlandığında karşıdaki pastaneye doluştular.
teyzeler oradalar. biliyoruz. beklemekten başka bir seçeneğimiz yok. korkuyoruz.
 

kasım 2036
 

parkın yakınlarındaki polis merkezinde gaz bonbası denediler. biz içeri kaçarken teyzeler hiç bir şey olmamış gibi oturmaya devam ettiler. sanırım solunum sistemleri biz insanlardan farklı çalışıyor.
ürküyoruz
 

kasım 1996
 

ilk teyze bugün parkta belirdi. başta zararsız sanmıştık. daha sonraları çok hızlı bir şekilde çoğaldılar. artık park onların. parka giremiyoruz. onlarda parktan çıkmıyorlar.


günümüz...


parkta takılmaktan teyzelikten çıkmış teyzelerin konuşma şekilleri değişti. küfürün bini bir para. dün yağmur başladığında birimiz teyzelerden birinin
"hay skicem yağmurunu" dediğini duyar gibi oldu.

19 Kasım 2013 Salı

(seyir defterinden)

yalnızlık yakama yapışmış: "BIRAK!" diyor.
"BEN BIRAKTIM! SENDE BIRAK!" diyorum. elimi çeker çekmez sol gözümün üzerine yediğim yumrukla gözümden ışıklar çıkıyor. x-men olmak bu kadar kısa olmamalı diye düşünyorum saniyenin onda biri.
ertesi gün yine birlikteyiz. misket felan oynuyoruz. yutuluyorum.

yalnızlığın yakasına yapıştım. beraber yerlerde yuvarlanıyoruz. kavga değil... o kadar boş değil bu yuvarlanma olgusu.
- biz seviyoruz da yalnızız diyor kadim bir dostum.
- biz yalnızlığı sevdiğimizden yalnızızız diyorum.
- biz sevmeyi seviyoruz. başka bir şey yok. diyor.
nokta...

iki gün sustuğumu hatırlıyorum. tek kelime etmemiştim.
elimde yalnızlığın mavi yakası, gözlerine kıp kırmızı gözlerle bakıp susmuştum.
.