21 Ocak 2015 Çarşamba

607 numaradaki.

- Merhaba 607. Veda etmek için buradayım. Gideceğim. Hep yanımda olmanı isterdim aslında. Burada bu binada değil işte. Dışarıda bir yerde. Çimende. Denizi gören gökyüzüne bakan çatısız bir yerde. Bilmiyorum. Özleyeceğim seni.
- Buralardayım işte. hep buralarda olacağım. Sevmiyorum gitmeyi.
- Bu hafta yas günüm var. Geçip giden yılların yasını tutacağım. bi dilek tut...
- Uzaydan çin seddini görmek isterdim.
- Benim için bişey dile.
- Senin uzaydan çin seddini görmeni isterdim. Çok muhteşemdir.
- Başka bişey daha.
- Bilmiyorum...
- Başka bir dileğin yok değil mi? Anlıyorum.
- Var ama üç hakkımı da kullandım. Dilemişken iyi bişey dilemeli dedim.
- Üçüncüyü duymadım.
- Üçüncüyü duymamanı dilemiştim. Sende bir gariplik var bugün?
- Bilmiyorum 607... Bi eksiklik var üzerimde... Emin olmadığım şeyler var... bazı şeyler... bi şeyler bazında şeyler. ve anlamsız şeyler. bir sürü şey işte...
- Ben genelde geride kalan şeylere bakarım. Geride bıraktıklarıma değil. bende kalanlara. Çok bişey kalmadığını söylüyorlar. Yaşlı ve deli olduğumu da. Ama ben biliyorum, sırtımdaki küfemde güzel yaşanmış bir ömür var.
- Dahası?
- Yeterli değil mi
- Değişir. Başka neler var o küfede?
- Yüküm fikrimdir. Yani önemsiz bir şeyi merak ediyorsun. Bazı durumlarda kişilere bazı vasıflar yükleyip öyle tanımlayabiliriz. Bu durum gerçekten varsa aslında hiçbirimiz Olmamız gerektiği gibi olmuyoruz. Aslolan sadece bizi başkasının ne şekilde gördüğüdür. Yok muyuz biz yoksa?
- Varız... Şefkate ihtiyacim var şu an... Küfende aptal küçük bir kız gibi görüneceğim...
- Battaniye ne için var? Pofuduk bi şeyler neden varlar? Yumuşak bir yastık? Sarılmalık şeyler neden varlar? Isınman lazım senin. Lafı açılmışken bende üşüdüm sanki.
- Battaniye iyi bir tercih olur.
- Çok eskiden bi radyo tiyatrosunda dinlemiştim,  rüyaları çalınan bir kızla ilgiliydi. Daha sonra çok aradım o oyunu. Tekrar dinlemek istedim. Bulamadım. 200 tane radyo tiyatrosu dinledim. Gecelerimi radyonun başında devlet kanalını dinleyerek geçirir olmuştum. Araştırdım. Bulamadım.
- Çok üzücü bir durum. benimde başıma geliyor ara sıra. Senin için araştırabilirim.
- Bitirmeme izin ver genç bayan. Şimdi Bakınca 'ne iyi olmuş' diyorum. Arada bir iki replik geliyor aklıma ve o günlere gidiyorum. Beni güzel bir zamana götüren bir  zaman makinesi oldu benim için o oyun... Tekrar bulursam ve dinlersem aynı kokuda dönemeyecektim ilk dinlediğim zamana. O hissi alamayacağım diyorum kendi kendime. Bende aramayı bıraktım. Düzgün bi hava ve olası bir iki tesadüf.. Belki... Bilemiyorum.
- Güzel bir hikaye. Ders aldım söylediklerinden. Karışık  şeyler var...Ben de biliyorum bir şeyler. Zihnimi topladığımda anlatırım.
- Peki
- Kusura bakma dostum zihnimle başım belada
- Düzelecektir fazla üstüne gitme. Ben bıraktım onla uğraşmayı.
- Gerçeklik algımı iyiden iyiye kaybediyorum
- Fazla iyimser gelebilir ama bunu bir lütuf olarak görmeye çalış... Çoğu insan gerçekliğinden ölesiye tiksiniyor. Ondan kaçmak için bin türlü yol deniyor.
- Bağlarım koptu
- Böyle bir gerçekliğin içinde olmak ne denli gerekli. İnsanların ulaşmaya çalıştığı bir yol var
ya da yürümek zorunda kaldığı yolları. ve o yolun bir sonu var. ne olursa olsun nasıl yürürse yürüsün o yolu bitiriyor.
- Seninle şu an konuşup konuşmadığımızdan emin değilim.
- Ben şu an bir duvara bakıyorum. süngerlerle kaplanmış. Bakıyorum. Demir parmaklıklı bir pencere var.  Sen de aynı duvara bakıyorsan sorun yok sanırım. Fakat ben duvara bakıyorsam sen denizi falan izliyorsan sıkıntı. Fakat burada sorun bendeymiş gibi görünüyor. Daha önce konuştuk mu seninle?
- Yapma 607... Seninle son 12 yıldır Her gün konuşuyoruz.
- 12 yıl mı? Hayır ben buraya 4 gün 9 saat önce geldim. Ama seni hatırlar gibiyim. Gözlerindeki pırıltıdan tanıdım...
- Benimle konuşmadığın zamanlarda ne yapıyorsun?
- Şu odanın ortasına oturup güzel yerleri düşlüyorum. sonra şu süngerli duvardan bişeyleri izliyorum. Verdikleri ilaçlar çok yardımcı oluyor.
- Buraya seni ardımda bırakıp seninle vedalaşmak için gelmiştim... Şimdi gidemiyorum. Burası senin için uygun değil. Başka yerler var biliyorsun değil mi? senin bilincine uygun daha düzgün yerler var. seni buradan götüreceğim.
- Denize bakmıyorsun değil mi? sende benim gibi kainatı izliyorsun şu duvardan?
- Evet aynı kainata bakıyoruz seninle. Başka duvarlardan.
- Ne güzel bi yerdeyim...
- Gel benimle 607. seninle daha güzel bir yere gideceğiz. Rüyalarında gittiğin yerlere...
- Eşyalarımı almayacağım. 
- Olur. 
- İsmim ne demiştin?
- Bana sen gelmeden önce 607 diyorlardı.

Ertesi sabah 607 nin yemeğini getiren hasta bakıcı büyük bir şokla karşılaştılar.  607 numaralı odadan geriye sadece kapı ve kapının bulunduğu duvar kalmıştı. Oda temelinden kaybolmuştu... Geride en ufak bir iz bırakmadan sırra kadem bastı. Bir daha kimse 607 hakkında konuşmadı. İçindeki yaşlı adam zihnindeki gölgelerle birlikte karanlığa karıştı...



palyaço fanzin 9. sayısı çürüme için Bettie Mae ile seyrildi.




15 Ocak 2015 Perşembe

15.01.2015 tarihli seyirme...


her şey tepkisizliğimde sertliğini yitirmekte... dolayısıyla kırılmakta zorlanıyor kalın kafam. akan kan siyah. yoğun. zift gibi bedenimi kaplıyor. onun içinde kaybolacağım. çevremde sertleşip  tekrardan kabuk bağlayacak çocukluk yaralarım. kaşınan, inadına yolunan ve yolundukça kanayan... iyileşir mi bilmiyorum. zaten bir kelebek filan da çıkmayacak kozamdan.


çıkarsa can çıkar. özünden koparılmış ve ölümüne canı sıkılan.

korkma. hayat daha yeni başlıyor...  daha ağaçlar yeşerecek. gidilecek daha çok yol var. yapılacak tonlarca şey. yaşanacak bir sürü zımbırtı. daha milyonlarca şey var sahip olunacak. binlerce kişi var ruhları çalınacak daha onların arasında kaybolacaksın.
korkma...sen telefonuna odaklan yeter.

daha var anlamsız bir yığına dönüşmene.

rahat...


15 Aralık 2014 Pazartesi

15.12.2014 tarihli seyirme

kendimi ittiğim dipsiz kuyu  gün geçtikçe daraldı. artık içime sığmıyorum. zemini barut kaplı bir çukurdayım ve her yer karanlık... 

birazdan bir sigara yakacağım... ve bum... özenle sarılmış sigaramdan düşen bir kıvılcım altımdaki barutu ateşleyip, 400 metre bölü saniyede beni fırlatarak, uzakta; küçücük görünen delikten çıkaracak. onca yolu saniyeler içinde geçip dışarıda, kendi kafamda patlayacaktım.

ama olmadı

bütün planlarım gibi bu da suya düştü diyebilirim. bütün değişkenler sabit. lakin azami menzilimin dışındayım. benimki sadece ilerleyiş. bir yerde hız kesip toprağa kafa üstü çakılacağım anı bekler oldum.

nişan alınmadan ateşlenmiş hedefsiz bir mermi gibiyim... 

içimden bir ses benimle konuştu. "artık delirdiğimin bir kanıtı" olduğunu beynimi kanırtarak bana ispat etmeye dirense de onu dinlemedim. 

kendimi ittiğim dipsiz kuyu alnımın ortasına doğrultulmuş şeytanın elleriyle doldurduğu patlamaya hazır bir tabanca şimdi. tetik onun elimde. hedef benim kafam. 

bir sigara yaktım... ve bum... 

sözcükler kafamın içinden beynimin parçalarıyla uçup giderken hiç bir şey hissetmemiştim. sadece güldük... 

şimdi uçuyorum. hedefi ıskaladı o. her ne kadar, artık çirkinleşen suratımı boyamak zorunda kalsam da, sürtünme kuvvetinin beni taşıyacağı zamana kadar gideceğim. 



14 Kasım 2014 Cuma

14.11.2014 tarihli seyirme

Boşlukta, sonsuzluğa asılı bir astroidin bilinmeze doğru ilerlemesi misali sakin, huzurluyum.

Çevremdeki değişkenlerin doğal deviniminden çıkışına şahit oldum. Kaos onları yavaş yavaş ve içlerindeki insani duyguları parçalayarak ele geçirirken nasıl bozulduklarını izledim. 

Şimdi onu ayak parmaklarımda hissedebiliyorum. 

Bunun olacağını önceden anlamıştım. Kaos kaçınılmazdı. Bende kaçınmadım.
Bozulma, kendim sandığım şeyi çürütürken korktum. Geride bir şey kalmamasından, bunun bir son olması olasılığından korktum. 

Pas kulaklarımdan aşağı, vücudumun içine dökülüyordu. Ufak bir rüzgar esse ufalanıp dağılacaktım. Kulaklarımdan vücuduma giren pas ağzımdan çıkıp bütün yüzümü kapladı. Çürümenin ortasında oturmuş, sonrasını beklerken karganın sesi kulaklarımda çınlamaya başladı. Benimle dalga geçiyordu.

“Seni korkak… hem bitmeye gidiyor hem sondan korkuyorsun…” dedi.

Çürüme, çevremi bir boşlukta bütünleştirirken ve her şeyin bittiğini düşünürken; merkezinde durduğum küçük dünyamı ayaklarımın altından çekiverdi kaos…

O gün bu gündür süzülüyorum.

Burası sessiz ve karanlık. Ve belki inanmayacaksınız; 

güzel…

9 Kasım 2014 Pazar

09.11.2014 tarihli seyirme

“Hadi ağaç… Bana bir şeyler göster…”
Eskiden bu sonsuz bozkırda bir buffaloydum. Şimdi sadece rüzgarım kaldı. İçime akan nehir artık zehirli… Toksik yeşil bir aura sızıyor omuzlarımdan. Soluduğum duman aklıma anlamını çözemediğim mesajlar yolluyor. Uzun zamandır benimle, dumanla haberleşiyorum. Bir kelime çekiyorum. “Kaç” yazıyor. Sadece onu anlıyorum dumandaki zehrinden. İçimde beliren ilkel bir dürtüyle koşmaya başlıyorum. Toprak toynaklarımın altında çatlıyor. Ağzımdan salyalar saçarak koşuyorum. Daha fazla güç lazım… Ellerimi de kullanmaya başlıyorum. Formum değişiyor. Ellerim toprağa dokununca değişiyor. Parmaklarım birleşip sertleşiyor. Artık daha hızlıyım… Bir şeroke oku gibi hissediyorum. İsimsiz topraklardan, soyu keşfedilmeden katledilmiş kabilelerin arasından geçiyorum.
Veba…
Kıtlık…
ve beyaz adam,
hatta ölümün kendisi bile hızıma yetişemiyor.
Bu sonsuz bozkırda ölümüne şehirli bir soluk benizliyim. Tahta arabama oturmuş, cılız atımla sonsuza gitmekteyim. Dönüş yok… eskiden bir şey olduğumu hatırlıyorum… bilinçsizim.
Soluduğum duman “koş” diyor.
“koş…”

23 Eylül 2014 Salı

Seyir defterinden..

sadece izleyiciyim... siz etrafınıza bakarken ben kafamın içine bakıyorum. tek farkımız gözlerimizin ne kadar bayağılığa katlanabildiği... ki benimkiler çoktandır görmezden geliyor içinize baktığında, içinizdeki pisliği...

zaman içinde gözler bakmaktan ve sürekli aynı şeyleri görmekten usanıyor... kafamı çeviriyorum.

aptallık, gözleri yakan bir eylem. sonu genellikle gözyaşıyla karıştırılan iki damla tuzlu suyla bitiyor. akan sıvı hızla emilip jelleştirilip hapsedilse bile ardındaki rahatsızlık aybaşına sarkıyor.

"elbette dünya benim çevremde dönüyor. tabi ki herkes benden bahsediyor. kesinlikle şu gökteki, zepline benzeyen şey götüm." diyor dostum. bilincinde oluşturduğu sahte zeplinin patlamasıyla ve ağzından çıkan gaz sızıntısıyla çevresindeki yaşamı zehirleyiveriyor. yüzündeki delik gaz maskesinden artık düzgün kullanamadığı beynine kadar ilerliyor gaz... damarlarından akan artık kan değil... antikorlar yerine yeşil toksik variller yüzüyor vücudunda. sadece kendini zehirliyor özünde. sadece onun kuşları ölüyor ona bir şeyler anlatan. onun bir şeyler anlamadığı.

hiç.

aptallık zihni bulandıran bir eylem. ve ben sadece izleyiciyim. gördüklerim gördüklerinden farklı değil. "tamam" diyorum. "dünya senin çevrende dönsün." "peki" diyorum. "herkes senden bahsetsin." "olur" diyorum. "istediğin kadar yükselebilirsin." "ama" diyorum "lütfen siktir git." yeşil bir duman bırakarak uçup gidiyor. ardında bıraktığı hava parçalı bulutlu. yarısı parçalanmış bir kısmı puslu. sanıyor ki hep öyle kalacak. hafif bir esintiyle dağılıyor bıraktığı hava. sanıyor ki... sandığı tek şey sandığın içinde bulduklarıyla yetinme çabası. bulduğu tek şey aptallık...

aptallık...

29 Ağustos 2014 Cuma

seyir defterinden...

sıfırdan başlayıp eksilerek yaşlanıyoruz. sadece ben değil. sen de öylesin. her şey yalnızlığa bir adım daha yaklaşabilmek için. geçen zamanın sayısı arttıkça bir şeyler azalıyor. ve bir bakıyoruz ki geride kalan şey sadece yalnızlık olmuş. 

o an pistir... 

kafamın içindeki tünelleri dinamitledim. sadece çıkış kaldı...  şimdi ağır ağır oraya yürüyorum. uzakta minik bir ışık gibi görünüyor. çok yorgunum, ama yürüyeceğim...

o an karşımdaymışsın gibi ruhtan yoksun robotik bir sesle söyleniyorum:
"herkes kendi dışındakiler tarafından kendi içindeki küçük dünyasına sıkışmış...  ondandır ki herkes sıkış tıkış yaşıyor. alanları dar. sorunları klostrofobik. içleri daralıyor. kalpleri patlayacak gibi..."
"bana ne bundan?" diye düşünüyorsun.
 "evet" diyorum aynı tonda. 
"sende benim gibisin... etrafın sonsuzukla dolu... bu dirençsiz, hastalıklı, hasarlı bedeninle sırtında dünyanın yükü; direniyorsun. oysa ruhunun ağırlığını bile taşıyamıyor o..."
"tamam" diyorsun. "yeter..."

nihayet ışık büyüdü... artık bittiğini biliyorum.

görünmeyen eller sırtıma uzanıyor... parça parça çalıyor sonsuzluğu sırtımdan.bir bakıyorum sen... kendine değil... yerlere atıyorsun. ziyan ediyorsun. "hey onlar benim..." düşen her parça kırılıp ufalanıyor. daha da küçülüp toz oluyor. daha da küçülüyor fakat gözlerim bozuk... her parça çıkış deliğini biraz daha kapatıyor.
"klostrofobi..."
"akluofobi..."
"koulrofobi..."

sırtımdan eksilen yük sanki benim parçammışcasına yere düşüp çarptıkça parçalanıyorum.
"dışındakilerin hepsi birer yanılgı. seçimlerin bile dışındakilerin içevurumu... sen özgür değilsin...sen özgür değilsin. sen... "
ses kafamda dönüyor. sana söylüyorum.

o an zihnimi zihninden çekiyorum...
küçük bir gölge bırakıp kayboluyorsun. 



*klotrofobi : kapalı yerlerde kalma korkusu
* akluofobi : karanlık korkusu
* koulrofobi: palyaço korkusu  

22 Ağustos 2014 Cuma

seyir defterinden...

toplayıp biriktirdiğim bütün düşlerimi bir çırpıda yağma yaptım. ve çevremdeki piçlerin onları kapışmasını izliyorum.

ağzımın kenarına buruk bir gülümseme peyda olmuş. 

toplumsal bir mesaj verme edasıyla kulağıma fısıldıyor zaman. 
"biriktirdiğin kadarını harcayabilirsin..."
ve yanımdan hızla akıp geçiyor. bir bakıyorum yıllar geçmiş... 

"bu aralar eksideyim." diye geçiyor aklımdan. 

* * * 
aynı anda başka bir yerde birine diyorum ki; 
"böyle şeyler hep eksilmeyle sonuçlanır... azalırsın hep..."
"ya" diyor "her şeyi göze aldıysam?" 
"farketmez" diyorum. "artık bir kişi daha azım."  

* * *

tam yolu yarıladığımı düşünürken ince bir sızıyla tökezliyorum. suratım asfaltla bütün... acemice kalkıp üzerimi silkeliyorum. dizlerimdeki kanı temizliyorum. ağzımdaki toprağı tükürüyorum. etrafıma bakıyorum kimsecikler yok. "varlıklarını hissetmiyorum." varlıkların. sesleniyorum; sessizlikte boğuluyor sesim. parmaklarını sıkı sıkıya gırtlağıma kenetlemiş sükunet.
ve zaman; küflü dudaklarını kulaklarıma dayıyor ve mırıldanıyor: 
"artık sıfırlandın... eskimek eksilmeyi getiriyor. ve genelde boş bir kutuda..."

ve yanımda duruyor... tarihi anımsamıyorum. zaman kıpırtısız... saate bakıyorum "-8". 

geç olmuş... bu saatten sonra yapılacak şeyler tükenmiş. köprü ve sular... akmak. durulanmak... anlamsız bir huzur kaplıyor içimi. parmaklarımdan dışarı taşıyor. ruhumdaki buhranlar eksildikçe özümde bir kalp atıyor. şimdilik solgun. birazdan hasta. sonradan kırmızımsı... asla tam bir kalp olmayı başaramayacak... biliyorum. ama ona söylemeyeceğim. neşterin soğuk öpücüğünde anlayacak. belki biraz hayıflanır ama toprak unutturur her şeyi. 

* * * 
aynı anda başka bir yerde bir gölgeyle konuşuyorum; 
"sıfıra yaklaşıyorsun. yakında benden başka kimse kalmayacak..." 
palyaço söze karışıyor: 
"kiminle konuşuyorsun sen?"
"bir fikrim yok." diyorum. 

gerçekten bir fikrim yok.








1 Ağustos 2014 Cuma

seyir deferinden

arkana yaslan ve ondan geriye say...

9
8
7
...

altı yok... bundan sonra da olmayacak

yoğun bir gündü. işlerden geriye posam çıkmış şekilde eve dönüyordum. haftalardır doğru düzgün uyumamıştım. eve gelip geldiğim gibi uykuya daldım... uyuduğumu anladıktan kısa bir süre sonra bilincim kontrolü ele geçirdi. bir anda uyandım. yatağımdan kalkıp su içmek için doğruldum. fakat bedenim yatakta kalmıştı. çıplak ayaklarım taş zeminde komik sesler bırakıyordu. bulunduğum yerde sesler sanki cam bir kürenin içerisindeymişcesine geliyordu ve etraf uğultuluydu... kapıdan çıktım. koridorun olması gerektiği yerde merdivenler vardı. tarihi bir yerdeki taş yapılardan birinin merdivenleri... öğlen ortası gibi aydınlık bir yere açıldı kapım.
kuşağında bulunmadığım bir zamana gittim.

annemi gördüm... kardeşlerimi... en arkada kendi hayal alemine dalmış kendimi gördüm. bir hafta sonu gezmesinden geliyorlardı. ve hepsi 15 yıl gençti. kendime baktım. çok yakınlarında olmama rağmen beni tanımadılar. hatta görmedim bile kendimi. omzuma bir karga konmuştu. beni sadece karga gördü. bana bakıp berzah karası gözlerini kırptı. önümden geçip gittim... 

kendimi bir garip hissetmiştim. ikisini de. gençliğim irkilmişti yanımdan geçerken. ben ise onu durdurup bir şeyler söylemek istedim. ama yapmadım. karga onun omzundan uçup benimkine kondu... 

"diyeceklerini bana söyle ben ona iletirim. sadece üç bilgi verebilirsin gelecek hayatıyla ilgili. gördüğün gibi senin gibi zaman ve mekana sıkışık değilim."
"ona de ki; bir kargayla asla konuşmasın." 
"seni aptal... eline geçen en büyük fırsatı kaçırıyorsun. istediğin her şeyi yapabilirdin. zengin olabilirdin. güçlü olabilirdin. kahin olabilirdin. istediğin her şey olabilirdin."
"ama yapmadım... şimdi uç." 

bilincim tamamen taştan yapılmış uzunca ve dönemeçli bir sokaktan çekildi. sokak dairesel bir hal aldı. uzunca bir portaldan geçtim. bedenim kemiklerimden sıyrıldı. kemiklerim toza dönüştü... ruhum daha önce görmediğim renklerde izler bırakarak parçalandı. gülümsediğimi hissediyordum.

sade döşenmiş bir evde koltuğun üzerinde tekrar oluştum. ruhum renklerini topladı. kemiklerimin tozu birbirine kenetlenip şekil buldu. kaslarım üzerlerine örüldü... karşımda grotesk bir çalışma masasına oturmuş bir adamla odada başbaşa kaldım. hatırlamadığım bir hatıraydı. öyle bir gün yaşadığımı hatırlamıyordum.
adam bana bir şeyler söylüyordu. "sonsuz bilgi" kelimelerini yeni oluşmuş kulaklarımda hissettim. başını öne eğip iki yana salladı. ve bana kapıyı gösterdi.
"içeride seni bekliyorlar."
içeri girdim. eski odam... zeminin ortasına bağdaşını kurmuş kitap okurken kendimi gördüm. gençtim. çevremde kitap yığınları vardı. kasetlerim etrafa saçılmıştı. diğer koltuklara arkadaşlarım ve sevgilim oturmuştu... karşılıklı şaşırdık. bir süre sessiz kaldık. genç olan konuştu.
"seni bekliyorduk... vakit dar. bunları bir rüya gibi hatırlayacaksın. bunu az önce okudum."
"acelemiz yok." dedim
"hep yanıldın" dedi eski dostum.
"hala yanılıyoruz" dedim. "yani bir şey değişmedi."
"seni görmek güzel" dedi sevgilim. "yaşlanmışsın."
"seni görmek güzel" dedim ona. "hala güzelsin... yani şimdi bile. hangi şimdiyi kastettiğimi biliyorsun."
bana gülümsedi...
"vakit doldu" dedi genç olan ben.
"içerideki adam?"
"o" dedi "diğer boyutlardaki benlerden biri."
"neyse" dedim "rahatladım. neredeyse yalnız olduğumu düşünecektim."
"biz bilincinin yansımalarıyız. bu günü yaşadığını unuttun. ama istersen burada kalmayı seçebilirsin. bu durumda gençleşeceksin. ve şimdi bulunduğun zamana kadar olanlar silinecek. bir nevi telafi olarak düşün."

kapıya yürüdüm...

"hey" dedi. gaklamaya benzeyen bir sesle ben... "bekle..."
pis pis gülümseyip balkon kapısından çıkıp bir sigara yaktım.

1 Temmuz 2014 Salı

seyir defterinden...

zaman ağır aksak ilerliyor...ruhum uçmak için bir bally balonunu helyumla doldurup bileklerine bağladı...hem komik oluyormuş. hem karışmıyorum. istediğini yapsın istedim.

faili belli bir aşka kurban gittiğinden beri amaçsız dolanmakta... aşık dedim. kuş oldu. görüntüsünden rahatsız olduğumdan değil, üşümesin için üzerine serdiğim gazetenin tarihi çoktan geçmiş... gündem, dünden kalma akıl karıştırıcısı artık. hiç sallamamıştı haberleri... hiç umursamamıştı zaten kimkiminleneredenasıl... hakettiği şeyi hiç göstermedi gazetecilik mesleğine. şimdi uçuyor. bileğine bir bally balonu bağlamış maviliklerde süzülüyor. haberler hala umrunda değil.

geçen gün konuştuk. her gün bir miktar konuşuyoruz gerçi. ama "bu sefer ciddi" dedi. sorunu sordum. "özkütlem ağır. kendi başıma uçamıyorum." dedi.
"sen bilirsin" dedim. "ama şu bally balonuna bi çözüm bul.ne biliyim bim poşeti filan kullan. insanlar..."
"tamam tamam " dedi."onlar herşeye garip bakıyor."

bir sabah uyandığımda gitmişti. iki aylık gazetesini de alıp kayıplara karıştı.. balonunu da bırakmıştı. bir ruh yürümemeli diye düşündüm.




21 Haziran 2014 Cumartesi

21.06.2014 tarihli seyirme.

yüzümde gerçekliğin sert çarpmasından oluşmuş yaralar var. elmacık kemiğim kırılmış. burnum yamuk. gözümün biri yerinden oynamış. artık sağa bakıyor. zemine yapışık suratım taşla kafam arasında kabaca böyle görünüyor. gözümü kırpıyorum. kirpiklerim taşa sürtüyor. elimin altındaki taşın pütürünü hissediyorum. o karıncalanma hissini...

düştüm...

öylesine yükselmiştim ki, böyle düşsel bir enkaza çevirdim suratımı. gerçekliğin tadını ve acısını unutmuştum. son dönemler saçlarımın arasında hissettiğim rüzgar yerini kana bıraktı. aktı... kendine taşta yol çizerek ve ardından kırmızı izler bırakrak... izledim. göz akımda taşı hissederek. ve sağlam gözümle izledim.

düşteydim...

uyanmayı istemediğim ama zorla uyandırıldığım bir düşteydim. düşüyordum. ruhumun öte alemden buraya geçerken aldığı çizikleri yüzüme yansıtarak uyandım. gözlerim ışığı reddeti. acıdılar. kollarım güçten yoksun... boynum tutulmuş... gerçekliğin grimsi tadı azğımda boktan bir tat bırakmış.

uyandım...

ruhumun çirkinliğini görenler yanımdan kaçıştılar. gözüm düştü düşecek... dişlerimin yarısı kırık... gülümseyince, beyaz misyoneri afiyetle yiyen bir yamyama bakıyormuş gibi baktılar. gülümsedim... siyah ve konuşabilen bir karga yaralı omzuma kondu. göçmüş yanıma... bir yandan sallanan gözümü didikliyor bir yandan homurdanıyor... "benim yüzünde kendi pisliğini görüyor insanlar... ondanrdır bana tiksinerek bakmaları. sesimde çığlıklarını duymaları. karanlık korkutur onları. siyahı ondan sevmezler. bırak onlara acımayı."

"düştün... düşteydin... eksildin..." bitti.

palyaço fanzin pozitif yanlarını (-) ile yüzünüze çarparak sunar: "-8: eksilmek..."



(Palyaço Fanzin "-8" sayısına önsöz olarak seyrildi.)













14 Mayıs 2014 Çarşamba

seyir defterinin kayıp bir sayfası...

klostrofobik bir aşka tutuldum.

kapalı yerlerde sevilmiyordum hiç. kime baksam küçük bir hoşlantı, anında nefret ediyordum ondan. bakışları ruhumu delip geçse de sıradanlığında takılıp kalıyordu o büyüsüz anın. öylesine basitleştiriyordu ki duyguları, insan denen duygu yumağı; tadını çekip alıyordu içinden her şeyin.
sonrası ne yese saman, ne yaşasa sığır gibi yaşıyordu...

neyse...
mide bulantısı mideyi aşıp kalbe ulaştıysa, bazı şeyler için çok geçtir... klostrofobik bir tiksiniyorum şimdilik. ve bunu ilk kez kendime itiraf ediyorum.

saat 02:42... uyku gözlerimden kaçalı ve beni gecenin ortasında kendimle başbaşa bırakalı çok oldu. ve muhabbetimi çok sıkıcı buluyorum bu saatlerde. hep aynı konuları anlatıyorum kendime. ve soruyorum. bildiğimi bildiğim sorular. niye sorduğumu bilmediğim sorular. cevabından kaçtığım sorular. 2 kere 2 gibi basit matematiksel sorular. benzenden türeyen bir tür amin diye cevabına tenezzül etmediğim  bir bulmaca sorusu... saat gecenin ortası... ete, kemiğe hapis, kendimle başbaşa ve kendinden geçmiş bir haldeyim.

bunca yavanlığın, sığlığın, bayağılığın, basitliğin ortasında, hep kapalı yerlerde sevişmekten açık havada aşk yaşamaya korkar duruma gelmek (sanki sütten ağzı yanmış da pire için 3000 dolara adam vuracak ve o 3000 dolara da ev elmayıp komşusunu küvette saç kurutma makinasıyla pişirecek vaziyete gelmek) hiç de delice gelmiyor kulağıma.

sessiz sevişmekten kaynaklı korkulara endeksli euro dolar paritelerinin arasında duş almanın marjinal faydasını öğrettiler bize. ki söz konusu sevişmek olduğunda kaçınılmazsa zevk derecesini ceteris paribus* mantığıyla yani kalkmış zikin imanı olmaz destruyla hesapladık. ablütofobik bir nesil gelecek bizden sonra.

şimdi cepte beş kuruş yok. saat 02:53...

bir kaç saat sonra gece yerini duyarsız bir sabaha bırakacak...  ölümle yapılan bir dansa daha başlayacağız. bir günlük bir yol daha katetmiş olacak sonuna hergün bir gür yaklaşan bizler için zaman.


(ceteris paribus: diğer değişkenler sabitken...her sınavda çıkar.)

13 Mayıs 2014 Salı

seyirdefterin-den

çatıların altına sıkıştım... oysa benim uçmam lazımdı... tam yükselecek iken kafam bir tavana çarpıveriyor. sonrası beyin kanaması. içten içe, ruhsal çizikler bırakarak kanaması... oysa benim uçmam gerek... şimdilik sadece sallanıyorum.ve bu gömlek... kaşındırıyor...

aidiyetsizliğim yaradılıştan. ne toprağa ne göğe... durum böyle olunca asılı kalmayı seçtim bir darağacına. dalları başka bir aleme yükselmiş, kökleri dünyanın dibinde... koyu renkli, gövdesi kalın, belki 1000 yaşında yapraksız, meyvesiz bir ağaç...

üretmeyen bir ağaç ne işe yarar ki diye düşünürken bir karga üstümdeki dala konup ağaca daha dikkatli bakmamı söyledi. binlerce yıllık cesetler ağacın gövdesiyle bütünleşmiş gibi bütün dallarını ve gövdesini kaplamışlardı.
"onlar" dedi karga "zayi olanlar... senin dünyanda yaşadılar. şimdi bu boşlukta oturup sonsuzluğun bitmesini bekleyecekler."
"zor olmalı" dedim. "yani beklemek."
"ancak şu ağaç kadar canlılar hissetmeyecekler."
"yine de uzun bir süre."
"saçma" diye gakladı karga. "sen ne zamandır o dala tünediğinin farkında mısın?" sonra uçtu...
"hey! benimde uçmam gerek."
"şimdilik sadece sallanıyorsun" dedi giderken.

birden ayaklarıma bakma gereği hissetim. ağaç ayaklarımı kaplamıştı. bileklerimi sıkı sıkıya yakalamıştı. panikle ayağa kaltım. bağırıyor çığlıklar atıyordum. ellerimden güç almalıydım. kendimi hızla yukarı çekip bundan kurtarablirim sanıyordum. elimle gövdesine dokunduğumda onun köklerinde başlayıp saç tellerimde biten bir enerjiyle doldum. avuçiçimden benim bedenime girdi. gözlerimdeki deliklerden bütün fiziksel dünya beynime aktı...

(o çok kısa bir andı...)

sanki kendi dünyamın üzerinde bağdaşımı kurmuş zihnimden kainatı izliyordum. zeminin altında yaşam formları doğup büyüyüp ölüyorlardı. çok uzaklarda seslerini duyduğum başka yaratıklar olduğunu hissettim. onlara doğru zihnimi yönlendirdim. ışık hüzmelerinin galaksilerin arasından geçip gttim. milyonlarca yıl sadece üç saniyelik bir his gibiydi. sesini duyduğum şeylerden birisi bana seslendi.
"buraya ait değilsin. geri  dön."

ani bir sarsıntıyla bedenime döndüm. ağacın dalında odunlaşmış bedenim hızla ete ve kemiğe büründü. o tanrısal his yosun tutmuş kalbimden akıp geçti. omuzlarımdan ve bileklerimden... ta ki parmak uçlarım ağacın ulu gövdesine dokunan canlı birer et parçası olana kadar... 

gözlerimi kapattım. ağacın dalında oturuyorum. oysa benim uçmam lazımdı.

zihnimde araftaki darağacının şarkısı dönüyordu. ince dallardan oluşmuş eller bonuma bir halat geçirirken şarkı yükseldi. şu sözleri sıralıyordu:
buraya ait değilsin.
ne varsın ne de yok. 
özgür ruh bedende tutsak gibidir...
seni azad ediyorum küçük ruhşimdi uçma vaktidir...

sathında durduğum dal döndü ve boynumdan halata bağlı boşluğa uçtum. etten bir salıncak. (şimdilik sadece sallanıyorum) omugam yavaşce beynimle olan bağlantısını kopardı. sonsozluğa asılı sessiz bir uykuya daldım.

şimdi 7 milyar nüfuslu bir hücrede uyanışımı izliyorum. gözlerimi pisliğe ve bayağılığa alıştırıp etrafıma bakındım... anladığımda çok geçti...

sünger kaplı duvarların arasına sıkıştım. oysa benim kaçmam lazımdı...

ve şu lanet deli gömleği...

kaşındırıyor

13.05.2014




31 Mart 2014 Pazartesi

Seyir defterinden...

başlangıçta bende herkes kadar griydim... şimdi gün be gün siyaha çalıyorum...

uzun bir yol yürüdüm. kah ölümdüm, kah bir taş kadar canlı... kah bir gezgin oldum kendi zihnimi yürüdüm karış karış... kah durgundum bakmadım kimsenin yüzüne... kah güneşte yürüdüm, kah toprağın altında. tarihin derinliklerinden dev bir kaya oldum. dünya yüzeyine büyük bir hızla çakıldım. şimdi buradayım. herkes kadar irinliyim ve herkes kadar sivilce bu dünya için.

herkes kadar griydim bende... karardıkça, kalbimin karası dilime bulaştı. sövdüm... gözüm karardı, öldürdüm öz'ünden başlayarak önümdeki tüm fikirleri. geride hep içi boş insanlar bırakarak, geride anlamsızlığa bulanmış, yavan ve acıksız bir hayat bırakarak uzaklaştım manalarımdan...

griydim bende... şimdi gün be gün eriyorum... kırklara yedilere değil. süblimleşiyor etrafımdan algılarım. fikir halinden söz haline geçiyor... sivrilip saplanıyor kendime, başkalarının canını yaksın diye söylediklerim. kanım simsiyah... oysa griydim bir zamanlar... herkes kadar işte.

gönlüm griydi bir ara. şimdi berzah karası bir karga oldu...

31.03.2014
karganın gözünden...