14 Mayıs 2014 Çarşamba

seyir defterinin kayıp bir sayfası...

klostrofobik bir aşka tutuldum.

kapalı yerlerde sevilmiyordum hiç. kime baksam küçük bir hoşlantı, anında nefret ediyordum ondan. bakışları ruhumu delip geçse de sıradanlığında takılıp kalıyordu o büyüsüz anın. öylesine basitleştiriyordu ki duyguları, insan denen duygu yumağı; tadını çekip alıyordu içinden her şeyin.
sonrası ne yese saman, ne yaşasa sığır gibi yaşıyordu...

neyse...
mide bulantısı mideyi aşıp kalbe ulaştıysa, bazı şeyler için çok geçtir... klostrofobik bir tiksiniyorum şimdilik. ve bunu ilk kez kendime itiraf ediyorum.

saat 02:42... uyku gözlerimden kaçalı ve beni gecenin ortasında kendimle başbaşa bırakalı çok oldu. ve muhabbetimi çok sıkıcı buluyorum bu saatlerde. hep aynı konuları anlatıyorum kendime. ve soruyorum. bildiğimi bildiğim sorular. niye sorduğumu bilmediğim sorular. cevabından kaçtığım sorular. 2 kere 2 gibi basit matematiksel sorular. benzenden türeyen bir tür amin diye cevabına tenezzül etmediğim  bir bulmaca sorusu... saat gecenin ortası... ete, kemiğe hapis, kendimle başbaşa ve kendinden geçmiş bir haldeyim.

bunca yavanlığın, sığlığın, bayağılığın, basitliğin ortasında, hep kapalı yerlerde sevişmekten açık havada aşk yaşamaya korkar duruma gelmek (sanki sütten ağzı yanmış da pire için 3000 dolara adam vuracak ve o 3000 dolara da ev elmayıp komşusunu küvette saç kurutma makinasıyla pişirecek vaziyete gelmek) hiç de delice gelmiyor kulağıma.

sessiz sevişmekten kaynaklı korkulara endeksli euro dolar paritelerinin arasında duş almanın marjinal faydasını öğrettiler bize. ki söz konusu sevişmek olduğunda kaçınılmazsa zevk derecesini ceteris paribus* mantığıyla yani kalkmış zikin imanı olmaz destruyla hesapladık. ablütofobik bir nesil gelecek bizden sonra.

şimdi cepte beş kuruş yok. saat 02:53...

bir kaç saat sonra gece yerini duyarsız bir sabaha bırakacak...  ölümle yapılan bir dansa daha başlayacağız. bir günlük bir yol daha katetmiş olacak sonuna hergün bir gür yaklaşan bizler için zaman.


(ceteris paribus: diğer değişkenler sabitken...her sınavda çıkar.)

13 Mayıs 2014 Salı

seyirdefterin-den

çatıların altına sıkıştım... oysa benim uçmam lazımdı... tam yükselecek iken kafam bir tavana çarpıveriyor. sonrası beyin kanaması. içten içe, ruhsal çizikler bırakarak kanaması... oysa benim uçmam gerek... şimdilik sadece sallanıyorum.ve bu gömlek... kaşındırıyor...

aidiyetsizliğim yaradılıştan. ne toprağa ne göğe... durum böyle olunca asılı kalmayı seçtim bir darağacına. dalları başka bir aleme yükselmiş, kökleri dünyanın dibinde... koyu renkli, gövdesi kalın, belki 1000 yaşında yapraksız, meyvesiz bir ağaç...

üretmeyen bir ağaç ne işe yarar ki diye düşünürken bir karga üstümdeki dala konup ağaca daha dikkatli bakmamı söyledi. binlerce yıllık cesetler ağacın gövdesiyle bütünleşmiş gibi bütün dallarını ve gövdesini kaplamışlardı.
"onlar" dedi karga "zayi olanlar... senin dünyanda yaşadılar. şimdi bu boşlukta oturup sonsuzluğun bitmesini bekleyecekler."
"zor olmalı" dedim. "yani beklemek."
"ancak şu ağaç kadar canlılar hissetmeyecekler."
"yine de uzun bir süre."
"saçma" diye gakladı karga. "sen ne zamandır o dala tünediğinin farkında mısın?" sonra uçtu...
"hey! benimde uçmam gerek."
"şimdilik sadece sallanıyorsun" dedi giderken.

birden ayaklarıma bakma gereği hissetim. ağaç ayaklarımı kaplamıştı. bileklerimi sıkı sıkıya yakalamıştı. panikle ayağa kaltım. bağırıyor çığlıklar atıyordum. ellerimden güç almalıydım. kendimi hızla yukarı çekip bundan kurtarablirim sanıyordum. elimle gövdesine dokunduğumda onun köklerinde başlayıp saç tellerimde biten bir enerjiyle doldum. avuçiçimden benim bedenime girdi. gözlerimdeki deliklerden bütün fiziksel dünya beynime aktı...

(o çok kısa bir andı...)

sanki kendi dünyamın üzerinde bağdaşımı kurmuş zihnimden kainatı izliyordum. zeminin altında yaşam formları doğup büyüyüp ölüyorlardı. çok uzaklarda seslerini duyduğum başka yaratıklar olduğunu hissettim. onlara doğru zihnimi yönlendirdim. ışık hüzmelerinin galaksilerin arasından geçip gttim. milyonlarca yıl sadece üç saniyelik bir his gibiydi. sesini duyduğum şeylerden birisi bana seslendi.
"buraya ait değilsin. geri  dön."

ani bir sarsıntıyla bedenime döndüm. ağacın dalında odunlaşmış bedenim hızla ete ve kemiğe büründü. o tanrısal his yosun tutmuş kalbimden akıp geçti. omuzlarımdan ve bileklerimden... ta ki parmak uçlarım ağacın ulu gövdesine dokunan canlı birer et parçası olana kadar... 

gözlerimi kapattım. ağacın dalında oturuyorum. oysa benim uçmam lazımdı.

zihnimde araftaki darağacının şarkısı dönüyordu. ince dallardan oluşmuş eller bonuma bir halat geçirirken şarkı yükseldi. şu sözleri sıralıyordu:
buraya ait değilsin.
ne varsın ne de yok. 
özgür ruh bedende tutsak gibidir...
seni azad ediyorum küçük ruhşimdi uçma vaktidir...

sathında durduğum dal döndü ve boynumdan halata bağlı boşluğa uçtum. etten bir salıncak. (şimdilik sadece sallanıyorum) omugam yavaşce beynimle olan bağlantısını kopardı. sonsozluğa asılı sessiz bir uykuya daldım.

şimdi 7 milyar nüfuslu bir hücrede uyanışımı izliyorum. gözlerimi pisliğe ve bayağılığa alıştırıp etrafıma bakındım... anladığımda çok geçti...

sünger kaplı duvarların arasına sıkıştım. oysa benim kaçmam lazımdı...

ve şu lanet deli gömleği...

kaşındırıyor

13.05.2014