29 Ağustos 2014 Cuma

seyir defterinden...

sıfırdan başlayıp eksilerek yaşlanıyoruz. sadece ben değil. sen de öylesin. her şey yalnızlığa bir adım daha yaklaşabilmek için. geçen zamanın sayısı arttıkça bir şeyler azalıyor. ve bir bakıyoruz ki geride kalan şey sadece yalnızlık olmuş. 

o an pistir... 

kafamın içindeki tünelleri dinamitledim. sadece çıkış kaldı...  şimdi ağır ağır oraya yürüyorum. uzakta minik bir ışık gibi görünüyor. çok yorgunum, ama yürüyeceğim...

o an karşımdaymışsın gibi ruhtan yoksun robotik bir sesle söyleniyorum:
"herkes kendi dışındakiler tarafından kendi içindeki küçük dünyasına sıkışmış...  ondandır ki herkes sıkış tıkış yaşıyor. alanları dar. sorunları klostrofobik. içleri daralıyor. kalpleri patlayacak gibi..."
"bana ne bundan?" diye düşünüyorsun.
 "evet" diyorum aynı tonda. 
"sende benim gibisin... etrafın sonsuzukla dolu... bu dirençsiz, hastalıklı, hasarlı bedeninle sırtında dünyanın yükü; direniyorsun. oysa ruhunun ağırlığını bile taşıyamıyor o..."
"tamam" diyorsun. "yeter..."

nihayet ışık büyüdü... artık bittiğini biliyorum.

görünmeyen eller sırtıma uzanıyor... parça parça çalıyor sonsuzluğu sırtımdan.bir bakıyorum sen... kendine değil... yerlere atıyorsun. ziyan ediyorsun. "hey onlar benim..." düşen her parça kırılıp ufalanıyor. daha da küçülüp toz oluyor. daha da küçülüyor fakat gözlerim bozuk... her parça çıkış deliğini biraz daha kapatıyor.
"klostrofobi..."
"akluofobi..."
"koulrofobi..."

sırtımdan eksilen yük sanki benim parçammışcasına yere düşüp çarptıkça parçalanıyorum.
"dışındakilerin hepsi birer yanılgı. seçimlerin bile dışındakilerin içevurumu... sen özgür değilsin...sen özgür değilsin. sen... "
ses kafamda dönüyor. sana söylüyorum.

o an zihnimi zihninden çekiyorum...
küçük bir gölge bırakıp kayboluyorsun. 



*klotrofobi : kapalı yerlerde kalma korkusu
* akluofobi : karanlık korkusu
* koulrofobi: palyaço korkusu  

22 Ağustos 2014 Cuma

seyir defterinden...

toplayıp biriktirdiğim bütün düşlerimi bir çırpıda yağma yaptım. ve çevremdeki piçlerin onları kapışmasını izliyorum.

ağzımın kenarına buruk bir gülümseme peyda olmuş. 

toplumsal bir mesaj verme edasıyla kulağıma fısıldıyor zaman. 
"biriktirdiğin kadarını harcayabilirsin..."
ve yanımdan hızla akıp geçiyor. bir bakıyorum yıllar geçmiş... 

"bu aralar eksideyim." diye geçiyor aklımdan. 

* * * 
aynı anda başka bir yerde birine diyorum ki; 
"böyle şeyler hep eksilmeyle sonuçlanır... azalırsın hep..."
"ya" diyor "her şeyi göze aldıysam?" 
"farketmez" diyorum. "artık bir kişi daha azım."  

* * *

tam yolu yarıladığımı düşünürken ince bir sızıyla tökezliyorum. suratım asfaltla bütün... acemice kalkıp üzerimi silkeliyorum. dizlerimdeki kanı temizliyorum. ağzımdaki toprağı tükürüyorum. etrafıma bakıyorum kimsecikler yok. "varlıklarını hissetmiyorum." varlıkların. sesleniyorum; sessizlikte boğuluyor sesim. parmaklarını sıkı sıkıya gırtlağıma kenetlemiş sükunet.
ve zaman; küflü dudaklarını kulaklarıma dayıyor ve mırıldanıyor: 
"artık sıfırlandın... eskimek eksilmeyi getiriyor. ve genelde boş bir kutuda..."

ve yanımda duruyor... tarihi anımsamıyorum. zaman kıpırtısız... saate bakıyorum "-8". 

geç olmuş... bu saatten sonra yapılacak şeyler tükenmiş. köprü ve sular... akmak. durulanmak... anlamsız bir huzur kaplıyor içimi. parmaklarımdan dışarı taşıyor. ruhumdaki buhranlar eksildikçe özümde bir kalp atıyor. şimdilik solgun. birazdan hasta. sonradan kırmızımsı... asla tam bir kalp olmayı başaramayacak... biliyorum. ama ona söylemeyeceğim. neşterin soğuk öpücüğünde anlayacak. belki biraz hayıflanır ama toprak unutturur her şeyi. 

* * * 
aynı anda başka bir yerde bir gölgeyle konuşuyorum; 
"sıfıra yaklaşıyorsun. yakında benden başka kimse kalmayacak..." 
palyaço söze karışıyor: 
"kiminle konuşuyorsun sen?"
"bir fikrim yok." diyorum. 

gerçekten bir fikrim yok.








1 Ağustos 2014 Cuma

seyir deferinden

arkana yaslan ve ondan geriye say...

9
8
7
...

altı yok... bundan sonra da olmayacak

yoğun bir gündü. işlerden geriye posam çıkmış şekilde eve dönüyordum. haftalardır doğru düzgün uyumamıştım. eve gelip geldiğim gibi uykuya daldım... uyuduğumu anladıktan kısa bir süre sonra bilincim kontrolü ele geçirdi. bir anda uyandım. yatağımdan kalkıp su içmek için doğruldum. fakat bedenim yatakta kalmıştı. çıplak ayaklarım taş zeminde komik sesler bırakıyordu. bulunduğum yerde sesler sanki cam bir kürenin içerisindeymişcesine geliyordu ve etraf uğultuluydu... kapıdan çıktım. koridorun olması gerektiği yerde merdivenler vardı. tarihi bir yerdeki taş yapılardan birinin merdivenleri... öğlen ortası gibi aydınlık bir yere açıldı kapım.
kuşağında bulunmadığım bir zamana gittim.

annemi gördüm... kardeşlerimi... en arkada kendi hayal alemine dalmış kendimi gördüm. bir hafta sonu gezmesinden geliyorlardı. ve hepsi 15 yıl gençti. kendime baktım. çok yakınlarında olmama rağmen beni tanımadılar. hatta görmedim bile kendimi. omzuma bir karga konmuştu. beni sadece karga gördü. bana bakıp berzah karası gözlerini kırptı. önümden geçip gittim... 

kendimi bir garip hissetmiştim. ikisini de. gençliğim irkilmişti yanımdan geçerken. ben ise onu durdurup bir şeyler söylemek istedim. ama yapmadım. karga onun omzundan uçup benimkine kondu... 

"diyeceklerini bana söyle ben ona iletirim. sadece üç bilgi verebilirsin gelecek hayatıyla ilgili. gördüğün gibi senin gibi zaman ve mekana sıkışık değilim."
"ona de ki; bir kargayla asla konuşmasın." 
"seni aptal... eline geçen en büyük fırsatı kaçırıyorsun. istediğin her şeyi yapabilirdin. zengin olabilirdin. güçlü olabilirdin. kahin olabilirdin. istediğin her şey olabilirdin."
"ama yapmadım... şimdi uç." 

bilincim tamamen taştan yapılmış uzunca ve dönemeçli bir sokaktan çekildi. sokak dairesel bir hal aldı. uzunca bir portaldan geçtim. bedenim kemiklerimden sıyrıldı. kemiklerim toza dönüştü... ruhum daha önce görmediğim renklerde izler bırakarak parçalandı. gülümsediğimi hissediyordum.

sade döşenmiş bir evde koltuğun üzerinde tekrar oluştum. ruhum renklerini topladı. kemiklerimin tozu birbirine kenetlenip şekil buldu. kaslarım üzerlerine örüldü... karşımda grotesk bir çalışma masasına oturmuş bir adamla odada başbaşa kaldım. hatırlamadığım bir hatıraydı. öyle bir gün yaşadığımı hatırlamıyordum.
adam bana bir şeyler söylüyordu. "sonsuz bilgi" kelimelerini yeni oluşmuş kulaklarımda hissettim. başını öne eğip iki yana salladı. ve bana kapıyı gösterdi.
"içeride seni bekliyorlar."
içeri girdim. eski odam... zeminin ortasına bağdaşını kurmuş kitap okurken kendimi gördüm. gençtim. çevremde kitap yığınları vardı. kasetlerim etrafa saçılmıştı. diğer koltuklara arkadaşlarım ve sevgilim oturmuştu... karşılıklı şaşırdık. bir süre sessiz kaldık. genç olan konuştu.
"seni bekliyorduk... vakit dar. bunları bir rüya gibi hatırlayacaksın. bunu az önce okudum."
"acelemiz yok." dedim
"hep yanıldın" dedi eski dostum.
"hala yanılıyoruz" dedim. "yani bir şey değişmedi."
"seni görmek güzel" dedi sevgilim. "yaşlanmışsın."
"seni görmek güzel" dedim ona. "hala güzelsin... yani şimdi bile. hangi şimdiyi kastettiğimi biliyorsun."
bana gülümsedi...
"vakit doldu" dedi genç olan ben.
"içerideki adam?"
"o" dedi "diğer boyutlardaki benlerden biri."
"neyse" dedim "rahatladım. neredeyse yalnız olduğumu düşünecektim."
"biz bilincinin yansımalarıyız. bu günü yaşadığını unuttun. ama istersen burada kalmayı seçebilirsin. bu durumda gençleşeceksin. ve şimdi bulunduğun zamana kadar olanlar silinecek. bir nevi telafi olarak düşün."

kapıya yürüdüm...

"hey" dedi. gaklamaya benzeyen bir sesle ben... "bekle..."
pis pis gülümseyip balkon kapısından çıkıp bir sigara yaktım.